A-2343-Perspective30-IC-email | Page 56

Hayata AKIL UYANDIĞINDA YENİDEN BAŞLAYACAK HAYAT Globalleşen dünya, gelişen teknoloji, hızlanan hayatlar, artan stres ve tam anlamıyla dört duvar arasında sıkışmış insanlar… Yeni dünyanın artan temposu içinde koşuşturmaktan, hayatımıza anlam katacak bütün detayları kaçırıyoruz. Kaçırmak demişken; peki ya aklımız? Cemre BALTALI [email protected] K 56 apitalizmin hayatımıza kattığı kavramlardan biri olan “hızlı yaşamak” konusunda zirveyi zorluyoruz bugünlerde. Üretim ve tüketim başta olmak üzere her şey git gide hızlanıyor; arabalar, aile ziyaretleri, akşam yemekleri, aşklar, evlilikler, çocukluklar, mutluluklar, üzüntüler ve daha aklınıza gelebilecek bir sürü şey. Teknoloji ilerliyor, telefonlar, tabletler, bilgisayarlar tüm dünyayı tek “tık” la ayağımıza getiriyor. Bankaya, markete, sinemaya, kitapçıya, lokantaya gitmemize gerek kalmıyor. Ama herkesin dilinde aynı cümle: “vaktim yok!” Neden peki? Ya da nasıl? Hayat bu kadar kolaylaşırken vakit nasıl azalıyor? Eskiden, teknoloji hayatımızı ele geçirmemişken, insanlar her şeye vakit bulabiliyorlardı. Gidilecek yerlere genellikle yürünür; telefon olmadığından, hal hatır sormak için eş, dost, akraba ziyaret edilir; çocukların kıyafetleri evde dikilir; evin alışverişi semt pazarından yapılır; evde her gün yemek pişirilir; banka kuyruklarına girilir; yine de hiçbir zaman hiç kimseye vaktim yok” denmezdi. Her şey için, en önemlisi de “hayatı yaşamak için”, bol bol vakitleri vardı. Aile olmak, bir arada olmak önemliydi. Akşamlar televizyon izleyerek değil, muhabbet ederek, o gün neler yapıldığı anlatılarak geçirilirdi. Hayatlar henüz mekanikleşmediği Ne yazık ki geçmiş zaman eklerine tıkılıp kaldı o eski günler. için günler birbirinin kopyası değildi ve herkesin anlatacak bir şeyi mutlaka olurdu. Mektuplar yazılırdı o zamanlar ve yazılan her mektubun bir ruhu vardı. Yazıldıkları evlerin kokuları sinerdi o mektuplara; yazarken ağlarsanız, gözyaşınız damlayıp iz bırakırdı; ellerin narinliği geçerdi harflere, sinirlenirseniz harfler biçimsizleşirdi; sevgiliye yazılan mektupta parfüm kokusuyla birlikte bir de öpücük iliştirilirdi köşeye. Okuyanlar da hasret oldukları evlerinin sıcaklığını, o bir damla gözyaşındaki üzüntüyü, harflerin zarafetindeki mutluluğu ve sevgililerinin kokusundaki özlemi bulurdu o mektuplarda. İşte bu yüzdendir onlarca mektuba kucak açan tertemiz aşklar yaşamış bugünlerin “yaşlı”larının küçücük ekranlardaki ruhsuz, aşk kokusundan yoksun, basit ve karaktersiz harflerle anlatılan sahte duygulara inanmayışları… Değişen dünyaya kurban verdiğimiz duygularımızdan bir tanesi de “paylaşmak”. İnsanlar bir aradaydı eskiden, yalnız kalmak istemezdi kimse. Cenazeler daha kalabalık olurdu, bir gün öleceğini hatırlardı herkes. Üzülmeye vakit vardı ve üzüntüler paylaşılırdı. Sadece ölümler değildi insanları bir araya getiren. Yeni doğan bebeğe altın getiren de çok olurdu, mutluluklar paylaşılırdı, çoğalırdı ve yaşamanın ne kadar güzel bir fırsat olduğunu