Hayata
AKIL UYANDIĞINDA YENİDEN
BAŞLAYACAK HAYAT
Globalleşen dünya, gelişen teknoloji, hızlanan hayatlar, artan stres ve tam anlamıyla dört duvar
arasında sıkışmış insanlar… Yeni dünyanın artan temposu içinde koşuşturmaktan, hayatımıza
anlam katacak bütün detayları kaçırıyoruz. Kaçırmak demişken; peki ya aklımız?
Cemre BALTALI
[email protected]
K
56
apitalizmin hayatımıza kattığı
kavramlardan biri olan “hızlı yaşamak” konusunda zirveyi zorluyoruz bugünlerde. Üretim ve tüketim
başta olmak üzere her şey git gide hızlanıyor; arabalar, aile ziyaretleri, akşam
yemekleri, aşklar, evlilikler, çocukluklar, mutluluklar, üzüntüler ve daha aklınıza gelebilecek bir sürü şey. Teknoloji
ilerliyor, telefonlar, tabletler, bilgisayarlar tüm dünyayı tek “tık” la ayağımıza
getiriyor. Bankaya, markete, sinemaya,
kitapçıya, lokantaya gitmemize gerek
kalmıyor. Ama herkesin dilinde aynı
cümle: “vaktim yok!” Neden peki? Ya da
nasıl? Hayat bu kadar kolaylaşırken vakit nasıl azalıyor?
Eskiden, teknoloji hayatımızı
ele geçirmemişken, insanlar
her şeye vakit bulabiliyorlardı. Gidilecek yerlere genellikle yürünür; telefon olmadığından, hal hatır sormak
için eş, dost, akraba ziyaret
edilir; çocukların kıyafetleri
evde dikilir; evin alışverişi
semt pazarından yapılır; evde
her gün yemek pişirilir; banka kuyruklarına girilir; yine
de hiçbir zaman hiç kimseye
vaktim yok” denmezdi. Her
şey için, en önemlisi de “hayatı yaşamak için”, bol bol
vakitleri vardı. Aile olmak,
bir arada olmak önemliydi.
Akşamlar televizyon izleyerek değil, muhabbet ederek,
o gün neler yapıldığı anlatılarak geçirilirdi. Hayatlar
henüz
mekanikleşmediği
Ne yazık ki geçmiş
zaman eklerine tıkılıp
kaldı o eski günler.
için günler birbirinin kopyası değildi
ve herkesin anlatacak bir şeyi mutlaka
olurdu. Mektuplar yazılırdı o zamanlar
ve yazılan her mektubun bir ruhu vardı. Yazıldıkları evlerin kokuları sinerdi o mektuplara; yazarken ağlarsanız,
gözyaşınız damlayıp iz bırakırdı; ellerin
narinliği geçerdi harflere, sinirlenirseniz
harfler biçimsizleşirdi; sevgiliye yazılan
mektupta parfüm kokusuyla birlikte bir
de öpücük iliştirilirdi köşeye. Okuyanlar da hasret oldukları evlerinin sıcaklığını, o bir damla gözyaşındaki üzüntüyü, harflerin zarafetindeki mutluluğu
ve sevgililerinin kokusundaki özlemi
bulurdu o mektuplarda. İşte
bu yüzdendir onlarca mektuba kucak açan tertemiz
aşklar yaşamış bugünlerin
“yaşlı”larının küçücük ekranlardaki ruhsuz, aşk kokusundan yoksun, basit ve karaktersiz harflerle anlatılan sahte
duygulara inanmayışları…
Değişen dünyaya kurban verdiğimiz duygularımızdan bir
tanesi de “paylaşmak”. İnsanlar bir aradaydı eskiden,
yalnız kalmak istemezdi kimse. Cenazeler daha kalabalık
olurdu, bir gün öleceğini
hatırlardı herkes. Üzülmeye vakit vardı ve üzüntüler
paylaşılırdı. Sadece ölümler
değildi insanları bir araya
getiren. Yeni doğan bebeğe
altın getiren de çok olurdu,
mutluluklar paylaşılırdı, çoğalırdı ve yaşamanın ne kadar güzel bir fırsat olduğunu