hepimizde mevcuttu. Ve o zamana kadar
ise kadın ancak buna hazırlanmaktadır
ve hazırlanmalıdır. Topluma işlemiş tüm
gelenekler kadını evliliğe ve kocasına
hazırlamak üzerine temellendirilmiş;
gerek ev işlerini öğretme, gerek ekonomik bağımsızlığından yoksun tutma gibi
mekanizmalar hep kadını bağlamış ve
sonunda boğacak duruma gelmiştir.
Neyse ki birinci dalga feminizm ve ardından özellikle 19.yüzyılda kadınlara
verilen birtakım haklar ve günümüzdeki daha cesur hareketler sayesinde bu
bağ gevşetilmiş, kadınlarımız bir nebze
daha rahat nefes alır duruma gelmiştir.
Fakat bunu da yalnızca gelişmiş ülkeler
için söyleyebiliyoruz. Özellikle ülkemizde durumun çok vahim olduğu açıkça
görülüyor. Maalesef ülkemizde kadının
sosyal ve ekonomik hakları konusuna
geçmeden önce yaşama hakkını korumak
gerekiyor. Kadının kalbi olduğunu, erkek
kadar insan olduğunu ve dine bu kadar
önem veren bir ülke isek kadına zarar
vermenin her insan için olduğu gibi “günah” olduğunu benimsetmek gerekiyor.
Kadınların bunlara başkaldırmasını önle50
“Sadece erkek değildir
kadını ezen. Kadın kendi
hayatından sorumlu
olmaktan vazgeçerek
kendi kendini de eziyor.”
mek için en kolay yol ise herhalde kadını
silikleştirmek, korku ve baskıyla umutlarını elinden alarak onu boyun eğmenin en iyi şansı olduğuna inandırmaktır.
Toplumumuzda birtakım kötülüklere
uğrayan bazı kadınları, hatta çoğunun,
başkaldırmamasının sebebi budur. Kadınlarımız ya özgürlükleri için hayatlarını
feda etmek zorunda kalıyor ya da hayatları için özgürlüklerini. Bu ülkenin adalet
terazisinin ortası yok ne yazık ki.
İşte bu y