“Gregor Samsa, bir sabah
korkulu rüyalardan
uyandığı zaman yatakta
kendisini kocaman bir
böcek olarak buldu.”
girişini okuyan alıcının
varoluşçuluktan haberi
yoksa Kafka’nın Gregor
Samsa’yı böcek olarak
tasvir ederken aslında
“kendisini var edemeyen,
kendisinin bilincine
varamayan, başkaları
için yaşayan insan”dan
bahsettiğini anlayamaz.
söylemiştir. Kronolojik açıdan sonradan
gelen neo-klasikler yansıtma kuramına
geri dönmüşler ama yansıtmanın doğanın yansıtması mı yoksa idealleştirilmiş
doğanın yansıtması mı olduğu konusunda düşünce ayrılığına düşmüşlerdir.
Picasso, sanatın bize hakikati bildiren
bir yalan olduğunu söylerken ondan 3
yüzyıl önce yaşamış Bacon, “Sanat, doğaya eklenmiş insandır.” demiştir bir
denemesinde. Schelling’e göre ise sanat,
insanların bilim tarafından terk edildiği
noktada harekete geçer ve bilime örnek
oluşturur. Bütün bu önemli insanların
görüşleri arasında en can alıcı noktaya,
yani sanatın, insan ve sadece insan faaliyeti olduğuna dikkat çekmek istiyorum.
Tarih öncesi zamanlarda yapılmaya başlanan mağara resimlerinden bugünkü
tüketim toplumunun bir çıktısı olan
reklam afişi tasarımlarına kadar uzanan
geniş bir yelpazeden söz ediyorum.
Peki sanatsal faaliyeti sanatsal olmayandan nasıl ayırırız? Bu sorunun cevabı
Valéry’nin düşündürücü cümlesinde
gizli: “Sanat yapıtını, bizde uyandırdığı
hiçbir fikrin, bize salık verdiği hiçbir
davranış tarzının, onu tüketmeye, onu
bitirmeye yetmemesinden tanırız.” Bu
sebeptendir ki bir şiir tekrar okunmak,
bir şarkı tekrar tekrar söylenmek ister.
Sanat, sanatçı ve sanat yapıtı hakkındaki
usta görüşlerden sonra bir sanat yapıtını anlamamızı dolayısıyla sevmemizi
sağlayacak sanat kültürünün bileşenlerine geçiş yapmak istiyorum. Başlangıç
olarak, sanat, bütünüyle “imge” kavramı
üstüne kuruludur. İmgenin sözlük anlamı zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi
özlenen şey, düş, hayal, hülyadır. Fransızca ve İngilizce’deki “image” sözcüğü
düşünülerek türetilmiştir. Sanatçı, anlatmak istediği şeyleri doğrudan anlatmak
yerine imgeler aracılığıyla anlatmayı tercih eder. Bir romanda veya bir öyküde
sözcüklerle çizilen her kahraman, her
olay, her betimleme bir imgedir. Filmlerde her kahraman, her olay, her görüntü
senarist ve yönetmenin asıl anlatmak istediklerini arkasına sakladıkları imgelerdir. Fotoğraflar bile sanılanın aksine mekanik kayıtlar değildir. Çünkü fotoğrafçı
sınırsız görünüm olanakları arasından o
görüntüyü seçmiştir. Bu da bir imgedir.
Aynı yolla resimdeki fırça darbelerini,
renkleri; heykeldeki biçimleri veya müzikteki notaları birer imge olarak düşünebiliriz. Bu listeyi sanatın her bir dalı
için uzatabiliriz.
Sanat alıcısının görevi ise bu imgeleri
çözmek ve sanat eserinin özüne ulaşmaktır. Bu işlemin ön koşulu meraktır.
Alıcı merak duygusunu önce kendi kültür birikiminde gidermeye çalışır. Eğer ki
başarısız olursa başka kaynaklara başvurur. Bu aynı bir galeride gezerken eserin
Dostoyevski, sara hastası
olmasaydı, Çar’ın af
kararıyla ölümden
dönmeseydi, yıllarca
sürgün hayatı yaşamasaydı
belki de Dostoyevski
olamazdı.
açıklamasına bakmadan fikir yürütmeye
benzer. Yetersiz kalınırsa açıklamasına
bakılır ve böylece kültür kumbarasına
bir bozukluk daha eklenmiş olur.
Her sanat yapıtı alıcısından “yorum”
bekler. İyi alıcı, sanatçının asıl anlatmak
istediklerini doğru anlayabilmek, doğru yorumlayabilmek için kendini sanat
kültürüyle donatır. Bu yüzden her iyi
alıcı aslında iyi bir eleştirmendir çünkü
okuduğu ya da izlediği sanat yapıtını
değerlendirir, sanatçıya ve sanat yapıtına
değer biçer.
Bir örnekle bütün bunları toparlamak
istersek en iyi örnek Kafka’nın Dönüşüm (Die Verwandlug) romanı olacaktır.
“Gregor Samsa, bir sabah korkulu rüyalardan uyandığı zaman yatakta kendisini kocaman bir böcek olarak buldu.”
girişini okuyan alıcının varoluşçuluktan
haberi yoksa Kafka’nın Gregor Samsa’yı
böcek olarak tasvir ederken aslında
“kendisini var edemeyen, kendisinin bilincine varamayan, başkaları için yaşayan
insan”dan bahsettiğini anlayamaz. Dolayısıyla imgeye ulaşamaz, yorum yapamaz, değer biçemez ama “Bu ne biçim
31