A-2343-Perspective30-IC-email 2015 | Page 31

“Gregor Samsa, bir sabah korkulu rüyalardan uyandığı zaman yatakta kendisini kocaman bir böcek olarak buldu.” girişini okuyan alıcının varoluşçuluktan haberi yoksa Kafka’nın Gregor Samsa’yı böcek olarak tasvir ederken aslında “kendisini var edemeyen, kendisinin bilincine varamayan, başkaları için yaşayan insan”dan bahsettiğini anlayamaz. söylemiştir. Kronolojik açıdan sonradan gelen neo-klasikler yansıtma kuramına geri dönmüşler ama yansıtmanın doğanın yansıtması mı yoksa idealleştirilmiş doğanın yansıtması mı olduğu konusunda düşünce ayrılığına düşmüşlerdir. Picasso, sanatın bize hakikati bildiren bir yalan olduğunu söylerken ondan 3 yüzyıl önce yaşamış Bacon, “Sanat, doğaya eklenmiş insandır.” demiştir bir denemesinde. Schelling’e göre ise sanat, insanların bilim tarafından terk edildiği noktada harekete geçer ve bilime örnek oluşturur. Bütün bu önemli insanların görüşleri arasında en can alıcı noktaya, yani sanatın, insan ve sadece insan faaliyeti olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Tarih öncesi zamanlarda yapılmaya başlanan mağara resimlerinden bugünkü tüketim toplumunun bir çıktısı olan reklam afişi tasarımlarına kadar uzanan geniş bir yelpazeden söz ediyorum. Peki sanatsal faaliyeti sanatsal olmayandan nasıl ayırırız? Bu sorunun cevabı Valéry’nin düşündürücü cümlesinde gizli: “Sanat yapıtını, bizde uyandırdığı hiçbir fikrin, bize salık verdiği hiçbir davranış tarzının, onu tüketmeye, onu bitirmeye yetmemesinden tanırız.” Bu sebeptendir ki bir şiir tekrar okunmak, bir şarkı tekrar tekrar söylenmek ister. Sanat, sanatçı ve sanat yapıtı hakkındaki usta görüşlerden sonra bir sanat yapıtını anlamamızı dolayısıyla sevmemizi sağlayacak sanat kültürünün bileşenlerine geçiş yapmak istiyorum. Başlangıç olarak, sanat, bütünüyle “imge” kavramı üstüne kuruludur. İmgenin sözlük anlamı zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, düş, hayal, hülyadır. Fransızca ve İngilizce’deki “image” sözcüğü düşünülerek türetilmiştir. Sanatçı, anlatmak istediği şeyleri doğrudan anlatmak yerine imgeler aracılığıyla anlatmayı tercih eder. Bir romanda veya bir öyküde sözcüklerle çizilen her kahraman, her olay, her betimleme bir imgedir. Filmlerde her kahraman, her olay, her görüntü senarist ve yönetmenin asıl anlatmak istediklerini arkasına sakladıkları imgelerdir. Fotoğraflar bile sanılanın aksine mekanik kayıtlar değildir. Çünkü fotoğrafçı sınırsız görünüm olanakları arasından o görüntüyü seçmiştir. Bu da bir imgedir. Aynı yolla resimdeki fırça darbelerini, renkleri; heykeldeki biçimleri veya müzikteki notaları birer imge olarak düşünebiliriz. Bu listeyi sanatın her bir dalı için uzatabiliriz. Sanat alıcısının görevi ise bu imgeleri çözmek ve sanat eserinin özüne ulaşmaktır. Bu işlemin ön koşulu meraktır. Alıcı merak duygusunu önce kendi kültür birikiminde gidermeye çalışır. Eğer ki başarısız olursa başka kaynaklara başvurur. Bu aynı bir galeride gezerken eserin Dostoyevski, sara hastası olmasaydı, Çar’ın af kararıyla ölümden dönmeseydi, yıllarca sürgün hayatı yaşamasaydı belki de Dostoyevski olamazdı. açıklamasına bakmadan fikir yürütmeye benzer. Yetersiz kalınırsa açıklamasına bakılır ve böylece kültür kumbarasına bir bozukluk daha eklenmiş olur. Her sanat yapıtı alıcısından “yorum” bekler. İyi alıcı, sanatçının asıl anlatmak istediklerini doğru anlayabilmek, doğru yorumlayabilmek için kendini sanat kültürüyle donatır. Bu yüzden her iyi alıcı aslında iyi bir eleştirmendir çünkü okuduğu ya da izlediği sanat yapıtını değerlendirir, sanatçıya ve sanat yapıtına değer biçer. Bir örnekle bütün bunları toparlamak istersek en iyi örnek Kafka’nın Dönüşüm (Die Verwandlug) romanı olacaktır. “Gregor Samsa, bir sabah korkulu rüyalardan uyandığı zaman yatakta kendisini kocaman bir böcek olarak buldu.” girişini okuyan alıcının varoluşçuluktan haberi yoksa Kafka’nın Gregor Samsa’yı böcek olarak tasvir ederken aslında “kendisini var edemeyen, kendisinin bilincine varamayan, başkaları için yaşayan insan”dan bahsettiğini anlayamaz. Dolayısıyla imgeye ulaşamaz, yorum yapamaz, değer biçemez ama “Bu ne biçim 31